Hindistan’ı tanımak için başkenti Delhi’yi görmek yeterli. Delhi, 19. yüzyıllarda Hindistan’da Müslümanların egemen oldukları dönemde devlet merkezi olan Eski Delhi ve 1911 yılında İngilizler tarafından kurulmuş olan, geniş bulvarları büyük ve görkemli binaları ile Yeni Delhi olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Yeni olan bölümünün Hindistan görüntülerini anımsatan tek şeyi, temiz de olsa caddelerdeki açık hava tuvaletleri. Şehir düzenli, temiz, yeşil, hatta trafik bile kontrollü. Indra Gandhi ve Rajiv Ghandi’nin ölülerinin yakıldığı yerler açık hava müzesi gibi sergilenmekte.
Yeni şehrin merkezine giderken uzaktan Kırmızı Kale görülüyor. Biraz ileride de eski şehir Chandni Chowk’a varılıyor. Hindistan’ın sıradan görüntülerinden biri de tapınakların önünde renkli çiçek dağları. Koklanan çiçekleri satın almak zorundasınız. Zira koklanmış çiçekler hediye olamıyor.
Delhi’ye köri ve çeşitli baharatların karıştığı bir koku hakim. Bu koku, katmanlar halinde toz ile neredeyse tüm Hindistan’a sinmiş. Onca yoksulluğun, açlığın ve dağınıklığın yanı sıra zenginlik de bir nabız gibi derinden derine akmakta.
ZENGİNLERİ DUVAR KORUYOR
Şehrin modern yapılandırılmasına karşın, evlerin konumları dikkat çekmekte. Bir tarafta geniş bulvarların iki yanına sıralanmış, yoldan ve arabalardan görünmeyecek şekilde yüksek ve kalın duvarların arkalarına saklanmış, duvarların üzerleri dikenli tellerle kaplı malikaneler, diğer tarafta sokaklardaki su künklerinin içinde ya da tozlu topraklı parklara kurulmuş çadırlarda yaşayan aileler.
18. Yüzyılda inşa edilmiş Jama Masjid (Cuma Mescidi) ülkenin en büyük camisi. Hint Türk İmparatoru efsanevi Şah Cihan’ın döneminde inşa edilmiş. Daha sonra 1199’da inşasına başlanan Kutup Minar müştemilatını ziyaret ediyoruz. Hindistan’daki ilk Müslüman krallık olan Delhi Sultanlığı’nın kurucusu Kutbettin Aybek tarafından inşası başlamış olup onu takip eden sultanlar tarafından ilavelerin yapıldığı cami, anıt kapılar ve kulelerin olduğu büyük bir alan. Kutup Minar’ın Kualalumpur’daki ünlü Petronas Kuleleri’ni etkilediği söyleniyor.
GANJ SADECE BİR NEHİR DEĞİL
Varuna ve Asi nehirlerinin birleşerek ismini verdiği Varanasi şehrinden sonra bu iki nehir Ganj adını alıyor ve 2 bin 784 kilometre yolculuktan sonra Bengal Körfezi’ne dökülüyor. Varanasi’nin diğer ismi Işık Kenti veya öğrenme ve Yanma Kenti anlamına gelen Benares. Yanma, tasavvuf felsefesindeki aydınlanma anlamında. Ölmeye gelinen şehirde çok ağır bir koku var. Ölümün ve yanmakta olanların kokusu.
Mermer duvara işlenmiş büyük bir Hindistan haritasının da görüleceği Bharat Mata Tapnağı, Benaras Hindu Üniversitesi, şehrin dar yollarından yürüyerek ulaşılan Vishwanath Mabedi ve 17. yüzyılda Aurangzeb tarafından Vishnu Mabedi olarak inşa edilen Alamgir Camii Varanasi’de görülecek yerler arasında.
Sabahın ilk ışıkları ile kişinin hastalıklarını yok eden, günahlarından arındıran, ruhunu, bedenini temizleyen Ganj nehrinin kıyısına gidiliyor. Güneşin doğuşundan önce, minik kaplar içinde mumlar, çiçekler, otlardan oluşan adaklar suya bırakılıyor. Teknelere biniliyor, vakit yaklaştıkça ortalık hareketleniyor, insanlar suya girmeye başlıyor.
Ganj’ın mikrop tutmayan sülfürlü sularında insanlar yıkanıyor, çamaşır yıkıyor, dişlerini fırçalıyor, hayvanlarını yıkıyor. Burada Ana Tanrıça’nın doğurganlığının insanlara geçtiğine inanılıyor. Bunun içinde insanlar yıkanarak dıştan, ağızlarını çalkalayarak içten arınmaya çalışıyorlar. Kıyıda ise giysiler kurutuluyor, ölüler yakılıyor, teraslarda konsantrasyon içindeki insanlar dünyadan kopmuş oturuyor, yavaştan kızaran güneş kenti aydınlatıyor.
YAKILMAK ÇOK PAHALI
Ganj’ın kıyısında, seksen tane ghat denilen ve suya teraslar halinde inen basamaklar bulunmakta. Burada yakılabilmek Hinduların en büyük arzusu, yakma işi gece gündüz ayrım yapılmadan sürüyor. İnsanlar; bütün hayatları boyunca burada yakılabilmek için para biriktiriyor. Bir insanın yakılabilmesi için 200 kilo odun, kötü kokuyu azaltmak için 10 kilo sandal ağacı tozu ve 20 kilo yağ gerekiyor. Bunun da maliyeti yaklak 7-8 bin rupi. Yakım işini yapanlar “Dokunulmazlar” yani Tanrı’nın çocukları olarak adlandırılıyor. Üç saat kadar süren yakım işlemini kadınlar uzaktan seyredebiliyor. Yakılma işlemi bitince ölünün en yakın erkekleri etrafta bolca bulunan berberlere kafalarını kazıtıyorlar.