Maalesef gündem çok hızlı değişiyor. Bilgi kirliliği internet ve sosyal medya aracılığıyla da çığ gibi büyüyor. Kabul etmememiz gereken her şey bir süre sonra normal algıya yerini bırakıyor. En basit haliyle sert, katı davranış, kaba kuvvet anlamına gelen şiddetin tanımı ne olursa olsun o noktadan sonra şiddete bizim de ortak olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
Uzmanlar şiddeti normalleştirmeyin, altındaki nedenleri araştırın diyor. Fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şeklinde kılık değiştirerek karşımıza çıksa da kadına, çocuğa, engelliye, yaşlıya, hayvana yapılan şiddetin, ne ve neden olduğu nasıl engellenebileceği tartışılmalıdır. Toplumsal ve bireysel olarak tahammül gücümüzün bittiği sabır ve güdüsel kontrollerimizin azaldığı bu süreçte yapılan, uygulanan şiddetin özrü değil kanunen yaptırımı olmalıdır.
Öfke kontrolünü kaybeden ya da bunu kontrol edebilmeyi bilmeyen kişilerin kesinlikle bir yardım alması gerekir. Herkesin içinde barınır öfke. Tabii ki sabır dediğimiz o kutsal his dayanma gücü sonsuz değil sınırlı oluyor. Şiddetin tetikleyicisi olarak karşımızda durur öfkemiz. Kadın, erkek arasında görülen aile içi şiddetin yaygınlaşmasında rolü büyüktür. Anneyi döven ya da kendisine uygulanan şiddetle büyüyen bir çocuğun da ileride bununla başa çıkma olasılığı içsel baskı hissi, öfke, şiddet içeren davranışlarının ortaya çıkma riski göz ardı edilemeyecektir, edilmemelidir.
Şiddet seçilmiş iradi bir davranış biçimidir. İnsanın kendisini en ilkel ifade etme halidir. Sağlıklı iletişim yerine sözlü ve bedensel güç tercih edilen bir yöntem olmaya başladı.
Kadını sokak ortasında, çocuğunun gözü önünde döven, defalarca bıçak darbesiyle bedeni eleğe çeviren erkekler… Çocuğunu döven aşağılayan ebeveynler…. Eziyet eden bakıcılar…. Okurken, izlerken, yazarken bile insanın yüreğini dağlıyor. Dönüştürmeyi bilmeyen en kolayı tercih eden toplumuz. Oysaki şiddete, kötülüğüne fazla fazla doğmuşken aç olan yanımızı (SEVGİ ) doyurmayı ya bilmiyoruz ya da unutuyoruz. En güzel reçetenin, tedavinin, ilacın, çözümüdür çaresidir sevgi. Ağızdan çıkan güzel bir söz, bir dokunuş, bir bakışın iyileştiremeyeceği sorun olmadığını düşünen ve hissedenlerdenim. Samimi, güven dolu, sınırsız, sonsuz verilen sevginin karşılığı mutlaka alınır.
Şimdi yazımı okuyan sevgili “Magazinbox” takipçilerinin “hayır asla olmuyor “dediğini duyar gibiyim. Bazen olmadığı oluyor. Aynı dili konuşmadığımız, enerjimizi, ruhumuzu sömüren suistimal eden, duygularımızı kendi egoları için bozuk para gibi harcayan, bedenlerimizi kum torbası gibi hoyratça acımasızca kullanan herkesten uzak durmak gerekir. Hiçbir şey imkansız değil siz istediğiniz sürece.
Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur
Size ağzı, dili olmayan sevildiği zaman en verimli en güzel karşılığı veren bitkilerden bahsetmek istiyorum. Tam bir çiçek ve bitki düşkünüyüm. Onların en iyi terapi olduğunu düşünüyorum. Suyunu vermek yetmiyor. Toprağı ile ilgilenmek, dokunmak, konuşmak, sevmek gerekiyor. Hepsinin ayrı dili var. Suyunu verseniz dahi sevginizi vermediğiniz zaman çiçek açmıyor. Onların sizin verdiğiniz sevgiye, özene karşılığı dallarındaki yeni yavruları, muhteşem çiçekleri oluyor.
Size onları daha da şımartacak minik bir kürden bahsetmek istiyorum. Pilav yapmak için ıslattığınız pirinç sularını asla dökmeyin. Bu suları bir şişede biriktirip 15 gün ara ile çiçeklerinizi sağladığınız suya karıştırıp gönül rahatlığı ile verebilirsiniz. Bu kür çiçeklerinizin pirinç içerisinde bulunan nişasta ile hem toprağı dolayısıyla kökleri beslemiş olup sonuçlara inanamayacaksınız. @ebrumeric74 instagram adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Emekleriniz ve sevginiz karşılıksız kalmasın.